ONU ÖLDÜRDÜM

             Sıcak bir temmuz gecesiydi,zaman geçtikçe yıldızlar teker, teker gök yüzünde yerlerini almaya başladılar.Karanlık aydınlığı yavaş, yavaş kovarak,doğanın en ücra köşelerine kadar yerleşmeye başladı.Yeter’in içinde tarifi imkansız bir korku ve endişe ki görme gitsin.Ya gelmezse ? Başka bir yoldan giderse?  Diye düşünmeye başladı.

 Yüz üstü yatarak saklandığı çalıların arkasından, ses çıkarmadan sessizce dizlerini çekti, ellerini yere dayadı ve ellerinden destek alarak kalkıp, dizlerinin üzerinde ellerini toprağa dayamış bir vaziyette çömeldi ve öylece beklemeye başladı. Sessizce çevreyi dinliyor, adeta nefes almaktan korkuyordu. Zaman durmuş gibiydi, sessizlik çevreye o kadar hakimdi ki, kendi kalp atışlarını duyacak gibi oluyordu kafasını biraz kaldırıp bakmak istedi, ancak görünmek korkusu ile düşüncesinden vazgeçti. Önünde ot ve çalılardan oluşmuş bir bahçe çeperi vardı ki dikkatlice bakılmasa o çeperin arkasında saklanan insanı görmek mümkün olamazdı. Yeter yinede endişeliydi, hiçbir şeyin yapacaklarını bozmasını istemiyordu.Fazla hareket etmeden uzun bir süre öyle bekledi. Zaman geçtikçe endişelenmeye başladı, ne gelen ne de giden vardı.Uzun süre hareketsiz kalmaktan ve dizlerinin üzerinde beklemekten yoruldu.Ellerini yerden yavaşça çekti,dizlerinin üzerine oturdu ve ellerine batmış olan taşları ve çöp parçalarını temizlemek için sırt üstü uzandı.Ses çıkarmadan yavaşça ellerini temizledi, sonra ellerini  yanlara bıraktı, yorgun bedenini dinlendirmeye başladı. Sağ kolunun altında, soğuk ve sert bir şeyin eline ve çıplak bileğine dokunduğunu hissetmeye başladı. Hissettiği şeyi avucu ile sıkıca tutarak sıkmaya başladı. Karanlık, ıssız ve köyden çok uzak olan bu yerde, sıktığı şey o kadar güven vericiydi ki elini yavaşça gevşeterek tuttuğu cismin üzerinden gezindirmeye başladı adeta okşuyor gibiydi. Gözlerini kapattı, elinin altında  hissettiği  şeyin babasından kalma mavzer marka bir silah olduğunu hatırladı. Burada bu saatte neden bulunduğunu düşündü,  kesin kararlıydı ve babasının intikamını babasının silahı ile alacaktı.

            Bu güzel temmuz gecesinde,Yeter çalılıkların arkasında yarı kurumuş otların üzerine sırt üstü uzanmış gözleri kapalı düşünmeye başladı. Annesini düşündü, köyünü köylülerini düşündü, yattığı yerden, yan tarafında duran tüfeği sağ eli ile aldı karnının üzerine koydu ve yanağına gelmiş olan namlusunu öptü. .Namlu buz gibi ve ürperticiydi, nasıl ürpertici olmasın ki, beklediği an gelmişti, biraz sonra babasının katili bu yoldan gelip geçecek, kendisi de yıllarca beklediği hayalini gerçekleştirerek babasını vuran adamı öldürüp rahatlayacaktı. Böylece babasının kanı yerde kalmamış olacaktı. Yeter babasının tek evladı olduğu için babasının intikamını almak ona kalmış, bu yüzden annesi tarafından erkek gibi yetiştirilmişti. Ellerinin arasında duran tüfekle adeta bütünleşmiş tek bir parça gibiydiler.O kadar çok birlikte olmuşlardı ki, ellerini tüfeğin namlusunda ve kundağının üzerinden gezdirirken, içini bir sıcaklık ve sevgi kaplamıştı, onu bir çocuğu sever gibi bir sevgiliyi okşar gibi tuttu. Bu duygularla yan tarafına döndü, tüfeğin kundağı iki dizinin arasında, namlusu ise göğsünde kollarının arasında kaldı. Onu sıkıca sardı ve beklemeye başladı.

Vakit geçtikçe Yeterin tedirginliği artıyordu, neden gelmedi? Neden gelmedi? Diye sessizce kendi kendine söylendi. Beklemekten sıkılmıştı, sağ kulağını toprağa dayadı uzaklardan gelecek ayak seslerini dinlemeye başladı.Nefesini tuttu bir iki soluk alacak kadar bekledi ve yeri dinledi. Gelen giden kimsenin olmadığına emin olunca, tekrar sırtının üstüne uzandı ve tüfeğini yere bıraktı. Bu sefer daha derin ve içten bir soluk aldı gökyüzüne bakarak ne güzel bir gece, yaz mevsiminde böyle serin bir geceyi, yılda ancak bir defa görmek mümkündür diye düşündü. Gök yüzünün derinliklerine dalarak baktı, sanki bir santimlik bile boş yer yoktu. Sayılamayacak kadar yıldız gök yüzünü kapatmış sanki Yeterin bu mutlu gecesine şahitlik yapmak istiyorlardı. Bu kadar çok yıldızdan neden hiç ses çıkmıyordu. Sanki “Bak Yeter biz uyanığız ve seni gözlüyoruz haberin olsun yalnız değilsin” der gibi, sonsuz gök yüzünde kayarak dans ediyorlardı.Yeter yıldızlara baktı, bu güzellikleri her zaman görmek mümkün değildi, yıldızların gök yüzünde kayarak dans edişlerini seyrederken dalıp gitmişti. Bu karanlığın büyüsünü bozan şey biraz uzaktaki kayalıklarda farklı tonlarda öten iki kuş sesi olmuştu. Kuşlardan birinin sesi diğerine göre daha kalındı, bu kuşlardan birinin erkek diğerinin dişi bir kuş olduğunu düşündü.  Kuşlar sırayla ötüyorlardı, sesler o kadar düzenli ve eşit aralıklarla geliyordu ki, Yeter birkaç defa erkek kuş öttükten sonra içinden bir, iki, üç diye saymaya başladı sekiz dediği an dişi kuşun  karşılık verdiğini anladı. Gece sanki eğlenceye dönüşmüştü, Yeter bir yandan yıldızların kayışını seyrederken, bir yandan da kuşların sesini dinliyordu. Vakit bir hayli böyle geçtikden sonra nedense kuşların sesi kesildi,artık erkek kuş ötmüyor, dişi kuş cevap vermiyordu.Yeter her iki kuşun bir araya geldiklerini düşündü ve içinden, ne güzel bir birlerine kavuştular diye sevindi.

             Serin hava, güzel gece, yıldızların dansı ve öten kuşların sesi sanki Yeteri rahatlatmış ve gözlerine bir ağırlık çökmüştü, şimdi tek düşündüğü şey yumuşak bir yatak da uyuma isteğiydi. Uykuyu çok seviyordu, babasının intikamını alma görevi olmasaydı, yatağa girip günlerce hiç uyanmadan uyumak istiyordu. Uyku yüzünden annesi ile sürekli kavga ettiğini hatırladı. Sadece annesi mi, okulda iken öğretmeni de sık, sık kendilerine “ Çocuklar çok uyumak sağlık için zararlıdır.Bakın ben günde ancak beş saat uyuyorum. Ne kadar sağlıklıyım” diye nasihatlerde bulunurdu. Yeter öğretmenini çok seviyordu ama bu uyku konusunda söylediklerini hiç dinlemek istemiyordu. Öğretmeni ne derse desin o uykuyu çok seviyordu. Sahi öğretmenim nerde şimdi? Emekli olmuş mudur acaba? Ne harika insandı o, öğrencilerini, insanları,  karşılıksız sever, hep insanlara yardım eder karşılığını hiç beklemezdi. Neden hiç evlenmemişti acaba? Sevdiği birini mi bekliyordu? Çok yakışıklı kültürlü ve mükemmel bir insan olmasına rağmen evlenmemişti. Oysa bütün öğrenciler bilirlerdi ki öğretmen köyün içerisine gittiğinde köyün bütün genç kızları ellerine kovaları alarak, ya çeşmeye koşarlar,  yada perde arkasında öğretmeni izlerlerdi. Ama o hiçbir zaman davranışlarını bozmaz ve köyün namusunu kendi namusu gibi görür asla kimseye kötü gözle bakmazdı. Bu yüzden köylüler öğretmeni çok sever ve sayarlardı. Ama öğretmenin neden evlenmediğini bir türlü anlayamamıştı. Kendi kendine sordu, kim bilir belki onunda benim gibi intikam yemini vardır. İntikam yemini olan insanların evlenme ve yuva kurma hakları olamaz, çünkü onların bir geleceği yok diye düşündü. Ama hayır öğretmenimizin intikam yemininin olması mümkün değildi. Olsa olsa o cehalete karşı ve cehaleti yenmek için intikam yemini etmiş olabilirdi. Çünkü o bizimle konuşurken hep “Kendi hayatınızı sevdiğiniz kadar, diğer insanlara ve diğer canlılara da hayat hakkı tanımalısınız. İnsan olmanın en büyük özelliği, insanın kendi varlığına inandığı onu koruduğu gibi, başkalarının da yaşama hakkına saygılı olmak ve korumaktır.”derdi. Bu yüzden öğretmenimin intikam yemini olamaz başka sebepleri vardır her halde diye söylendi.

            Yeter öğretmeninin bu sözlerini anımsamayla  birlikte, okulunu, arkadaşlarını, okul günlerini ve çocukluğunu hatırladı. Ne güzel günlerdi o günler. Okulda en çok sevdiği arkadaşı Ayşe  idi. Aslında bütün arkadaşlarını çok seviyordu birlikte çok güzel günleri olmuştu. Ayşe’nin en büyük hayali öğretmen olup kimsenin gitmediği en ücra köylere gitmek  oralardaki  çocukları yetiştirmek onlara yardım etmekti. Yeter kendisi de okuldayken doktor olmak istiyordu, en büyük hayaliydi doktor olmak. Doktor olup hasta insanlara şifa dağıtacak, ekonomik gücü olmayan hastalara bedava bakacaktı. Öğretmeni ” Dünyada her yıl yüz binlerce insanın açlık, yokluk ve hastalıklardan öldüğünü, insanlığın dünyadaki hastalık ve açlığı yok etme yerine, durmadan yeni ve güçlü silahlar üretmek için milyarlarca dolar para harcandığını.” Söylüyordu.

Yeter  bu işlerin neden böyle olduğunu öğretmeninin söylediklerini de pek anlayamadığını düşündü, ama köyün muhtarının çok gezmiş, akıllı bir adam olmasına rağmen, neden öğretmen için “Bu öğretmenin kendisi de fikirleri de çok tehlikelidir. Vilayete  gidip onun tayinini bu köyden çıkartacağım” dediğini anlayamıyordu. Muhtara rağmen öğrenciler ve köylüler öğretmeni çok seviyorlardı, hatta muhtarın oğlu öğretmenin en yakın arkadaşıydı. Muhtar neden öğretmeni sevmiyordu bilmiyordu ama öğretmenin   her zaman kendilerine, insanları çok sevmelerini, ülkeye sahip çıkmalarını söylediğini hatırlıyordu.

            Yeter yolun kenarında çalıların arkasında sırt üstü uzanmış, anıları ile yaşarken, uzaktan ayak seslerinin geldiğini duydu.Nefes almadan ve bütün hareketlerini durdurarak kulak kabarttı, soluksuz olarak dinlemeye başladı.Gecenin başlamasındaki ilk sessizlik bozulmuş, rüzgar ters yönden esmeye başlamıştı. Köydeki köpek sesleri ve davul sesi daha belirgin duyularak  gecenin sessizliğini bozuyordu. Yeter sesleri dikkatlice dinlemek ayak seslerinin uzaklığını hesap etmek için sağ tarafına doğru yan döndü, sol elinin işaret parmağı ile  sol kulağını kapattı, köyden gelen sesleri duymamak için sağ kulağını ise iyice yere yapıştırdı ve dinlemeye koyuldu. Heyecanı gittikçe artmaya başladı ve  nefes alamaz durumu geldi. Ses gittikçe yaklaşıyordu, yoğunlaşmış olarak sesi dinlerken, gözünün önüne anası geldi, anası yıllarca başına bağlamış olduğu siyah baş örtüsünü atmış, yerine güzel çiçek desenli bir baş örtüsü örtmüştü.Tertemiz elbiseleri ile bir düğün alayının ortasında oynuyor, el çırpıyor, sevinç çığlıkları atıyor ve kendisini göstererek işte işte bu benim kızım, bunu ben yetiştirdim diyordu. Sonra annesi kayboluyor onun yerine  öğretmenini arkadaşlarını ve şu an köyde düğünü yapılan Ayşe’yi, görüyordu. Hepsi bir film şeridi gibi Yeterin gözlerinin önünden gelip geçiyorlardı. Murtaza’yı görüyordu,. Murtaza ellerini uzatıp, Yeterin elindeki silahı almaya çalışıyor, bir yandan da yapma ne olur yapma, ben sensiz ne yaparım diye yalvarıyordu. Murtaza ile bir birlerine ilk defa sevgi sözcüklerini söylediği anı hatırladı Murtazanın sevgiyle bakan gözleri henüz hayalinde gitmemişti ki tekrar anası sahneye çıktı ve yine karalar içerisinde, haydi kızım haydi, vakit geldi. Al babanın intikamını, bir daha bu fırsat gelmez diye yalvarıyordu. Görüntüler yeterin beyninde o kadar çok karmaşıklaşmıştı ki her şey bir birine karışıyor Yeter hiçbir şeyi seçemez olmuştu. Sahneye bir annesi giriyor “ haydi kızım öldür onu” diyordu. Bir Murtaza giriyor ” yapma ne olursun yapma, bize acı seni seviyorum seninle evlenip yuva kuracağım “ diye yalvarıyordu, Bütün bu düşünsel karmaşanın içerisinde araya kendi çocukluk idealleri olan doktorluk hayalleri giriyordu. Doktor olduğunu, kurşunla vurulmuş bir hastayı tedavi ettiğini, öğretmeninin insan sevgisi üzerine söylediklerini görüyordu. Öğretmeni evlenmişti, yanında elini tuttuğu bir çocuk duruyordu. Yeter öğretmeninin evlenmiş olduğunun ve yanındaki çocuğu görünce içi burkuldu ve kendi kendine demek ki öğretmenimin intikam yemini yokmuş ki evlenmiş, diye öğretmenine kızdı. Muhtarın sözünü hatırladı,” Çok tehlikeli bir adamdır.Fikirleri çok tehlikelidir, Vilayete gidip onun tayinini bu köyden çıkaracağım “dediğini hatırladı. Öğretmeninin evlenmiş olduğuna kızgınlığı dinmedi ve hızını alamayarak, “ niçin evlendin zaten sen tehlikeli bir adamsın diye haykırdı” Öğretmeni hakkındaki bu düşüncesini kendi kendisine itiraf etmekten adeta  rahatlamıştı.  Sonra içi burkuldu ve kendini suçlayarak, öğretmeni hakkında düşündüklerinden dolayı utanarak kendini suçladı ve öğretmeni hakkında neden böyle düşündüğünü anlayamamıştı. Küçük çocuk hala öğretmenin elini tutuyordu.Hayır bu öğretmeni değildi, bu yakışıklı adam kendi babasıydı. Elinde tuttuğu çocuk ise kendisiydi gördükleri kendi çocukluğunun babası ile geçen mutlu günleriydi. Babasının sıkıca kendisini sardığını sandı. Babasının sıcaklığını hissetti ve yılların özlemi ile babasına sarıldı, onun kokusunu hissetmek için, derin derin nefes aldı. Rahatlamıştı. Bir süre böyle bekledikten sonra sanki film koptu, her şey yeniden eski haline döndü.

            Yeter sesin gelip gelmediğini anlamak için yattığı yerden elini kulağından çekti seslerin iyice yaklaştığını duymaya başlamıştı.Yerden doğruldu ve oturdu, tüfeğini eline aldı, göğsüne yapıştırdı ve ona sarılarak namlusundan ikinci defa öptü, sağ elini tetiğe götürdü, tetik kalkık değildi, sessizce tüfeğin mekanizma sistemini kurmak için mekanizmayı çekti, cebinden çıkardığı üç tane mermiyi tüfeğin şarjörüne yerleştirdi.Mekanizmayı yavaşça kapatmak için bütün dikkatini toplayarak mekanizmayı bıraktı.Yayın çok sert olmasından dolayı çat diye bir ses çıktı, Yeter bu sesin üzerine refleks olarak elini ağzına götürdü nefesini tuttu, sessizce çalıların arkasına tam siper uzandı. Acaba ses duyulmuş muydu? Eğer ses duyulmuşsa, beklediği kişi şüphelenip gelmeyebilir, geri dönebilirdi. Gelen ses iyice yaklaşmaya başlamıştı ki Yeter çalıların arkasında yattığı yerden dizlerinin üzerine iyice toplandı, sağ dizini iyice karnının içine doğru çekerek, tüfeğinden destek aldı ve iyice ayağa kalktı. Tüfeğini ateşleme durumuna almak için tüfeğin kundak kısmını sağ yanağına dayadı, sol eliyle tüfeğin namlusunu elcik denilen yerden kavradı, namluyu hedefe doğru uzattı karanlık olmasına rağmen refleks olarak sol gözünü kapattı. Sağ elinin işaret parmağını  el yordamı ile tüfeğin tetiğine götürdü, tetiği buldu ve parmağını tetiğin üzerine yerleştirdi. Her şey hazırdı karanlıkta gelen ses iyice yaklaşmış, karartı şafakta iyice belirginleşmişti.

Yaklaşan karartının kendisine kurulan pusudan haberinin olması imkansızdı. Bir dakika sonra yaşamının son bulacağından haberi yoktu. Karanlıktaki bu adam kendi ölümüne adım, adım yaklaşıyordu. Biraz sonra gecenin karanlığında kulakları yırtarcasına bir ses, insanın kulaklarını sağır edercesine kalın dudaklı bir insanın dudaklarından çıkan keskin bir ıslık sesi gibi, gökyüzüne yayılacak ses gök yüzüne yayılırken kurşun hedefine ulaşarak yerini bulacaktı. Arkasından gelecek olan diğer iki kurşunun sesini belki de hiç duymadan acılar içerisinden kıvranarak yere düşecek, taşlara toprağa sarılarak tırnakları ile yerleri kazıyıp yardım isteyecekti. Yeter biliyordu o da hiç güzel yaşamamıştı.  Onun içinden de yıllarca güzel bir yaşama duyulan  özlemler vardı. Yıllarca ceza evinde yatmış, ceza evinden çıktıktan sonra köyden bir kadınla düğün bile yapmadan gizlice evlenmiş, eşini köyden bırakarak ayrılmıştı. Bazı geceler köye gizlice gelip gittiği köylüler tarafından söyleniyordu. İki de çocukları olmuştu. Onları tekrar görme şansı olmayacak, can kurtaran yok mu? Diye bağıracak ama yanında sadece can kurtaran değil can alan bulunacaktı. Yeter kanlar içerisinde kıvranan bu adamı gözünün önüne getirerek biraz sonra olacakların sanki provasını yapmış ve olacakları yaşamıştı.

           Yeterin beklediği bu kişi, kendi babasının öz amcasının oğlu Mehmet olmalıydı. Babasını kendi öz amcasının oğlu Mehmet öldürmüştü.Yeterde biraz sonra onu öldürecekti, bunun sonucunda yıllarca beklenen bir olay sonuçlanacak, babasının intikamı alınmış olacaktı, Ancak yeni bir olayında başlangıcı olacaktı. Bundan sonra  kendisi katil olacak ve Mehmet’in çocukları da  kendisini öldürmek için anneleri, amcaları yada başkaları tarafından yetiştirilecek onlarda  kendisine pusu kuracak ve öldüreceklerdi. Kan davasının kuralı buydu. Hep böyle olmuştu ve böyle de sürüp gidecek diye düşündü.

             Gelen kişi iyice yaklaşmış tam hedefe girmişti.Yeter tetikteki elinin kaslarını sertleştirdi ve tetiği çekmek için dikkatini iyice topladı nefesini tuttu.Artık saniyeler kalmıştı, namlunun ucunda gecenin karanlığında çıkan alev topunun arkasında bir insan daha yaşama veda edecekti.Yaklaşmış olan karartı sanki bir şeyden şüphelenmiş gibi olduğu yerde durdu.Yeter tetiğe tam hedef deyip asılacaktı ki, bir ses duydu. Bu sesin sahibini tanımıştı. Allahım ben ne yapıyorum diye birden nefesini tuttu, elini tetikten hemen çekti, son hızla kendini çalıların arkasına atarak gizlendi. Gizlendiği yerde şimdi sesi daha iyice duymaya başlamıştı.Karanlıktaki adam ”Haydi be hayvan haydi, neden ürktün? Ne gördün.? Gece önünde kuş bile geçse sen hissediyorsun.Haydi gidelim  zaten geç kaldık.” Diye söyleniyordu. Evet Yeter bu sesi çok iyi tanıyordu.Bu sesin sahibi, kendilerinin en yakın komşuları ve dünyadaki en yakın dostları olan, Selim Amcaydı. Selim Amca çerçilik yapardı. Köyden bir çıkar ancak bir iki hafta sonra yeniden evine dönerdi. Selim Amca yaklaşık olarak altmış beş yaşlarında, sevgi dolu, kimsenin kötülüğünü istemeyen mükemmel bir insandı. Selim Amca’nın eşi, Cennet Teyze Yeter’in annesinin en yakın dostu, komşusu ve sırdaşıydı. Selim Amca çerçilikten işlerini bitirip  evine döndüğünde Yetere muhakkak bir hediye getirirdi. Hayat da hiç öz akrabası olmadığı için Yeteri kendi öz torunu ve kızı gibi severdi.Yeter çalıların arkasından, başını ellerinin arasına almış, kıpırdamadan bekliyor ve içinden de, Allahım ben ne yaptım? Başıma buda mı gelecekti, diye düşünüyor ve görünmemek için kafasını otların içine iyice gömerek saklanmaya çalışıyordu.Yeter yerde sessizce yatarken, Selim Amca’nın çüşo, çüşo diye eşeğine seslendiğini ve  eşeğinin karanlıkta çat,çut,çat,çut diye çıkarttığı ayak seslerini  duyuyordu. Sesler iyice uzaklaşmaya başlayınca,Yeter yattığı yerden kıpırdadı ve sanki kalbi duracakmış gibi oldu.Nefesinin daraldığını hissetmeye başladı.Soluk almaktan güçlük çekiyordu.Elleri gevşedi,ellerinin arasında sıkıca tuttuğu tüfeğini yavaşça toprağın üzerine bıraktı.Kendi ağırlığını,sağ dirseğine taraf vererek dirseğinden yardım alıp sırt üstü döndü.Şimdi daha rahat nefes alıyordu.Gözlerini karanlıkta daha da sıkıca yumarak,dudaklarını ısırmaya başladı.Kendi kendine düşündü, ya Selim Amca’yı vursaydım? Ben ne yapardım?.Nerdeyse dünyada en çok sevdiğim bir insanı öldürecektim.Hiç günahı olmayan bir insanı, Allahım bu ne büyük bir felaket olurdu diye hayıflandı.

Çalıların arkasında saklandığı yerde kendi kendine küfür etti. Babasına ve annesine kızdı, babasını öldüren, katil Mehmet’e içinden küfürler savurdu. Gözlerini açmaktan korkuyordu, Niçin ben? Niçin ben? diye kendi kendine hayıflandı. Benim ne günahım vardı. Niçin kurban olarak seçildim.Benim yaşama hakkım yokmu? Canınız cehenneme diye bağırıp haykırdı.Sesini yıldızlara kadar duyurmak istedi.Yıldızları kendisine tanık gösterdi. Onlara sordu, onlardan cevap istedi. Bu yalnız ve sessiz ortamda hiçbir sorusuna yanıt verecek kimse yoktu.Gecenin ilk başlangıcında kendisine eğlenceli gelen gecenin bu sessizliğinden korkmaya başladı.Şimdi yanında Murtaza’nın olmasını,öğretmeninin olmasını, istiyordu. Şu an köyde Ayşen’in düğünü yapılıyordu, o düğünde olup, Murtaza ile karşılıklı oynamak istiyordu.

Bir müddet sonra Yeter kendisi ile olan hesaplaşmasına mola verip, duygu karmaşasından sıyrılarak kendine  geldikten sonra, gözlerini açtı ve gök yüzüne mahçup ve utangaç olarak baktı,biraz önce yaptığı küfürlerden utandı.Gözlerini yıldızlar üzerinden sıçratarak, adeta bütün yıldızları gezdi.Yıldızlar kıpır, kıpır kendisine bakıyorlardı.Sanki biraz önce yıldızlara sorduğu sorulara cevap vereceklermiş gibi sıraya girmiş Yeter’e göz kırpıyorlardı.İçlerinden en büyük olan biri vardı ki,gök yüzünde sanki en büyük yıldız benim der gibi duruyordu. Yeter onu kendi öğretmenine benzetmişti.Bu en büyük yıldız, Yeter’e bakarak, birazda kızgın “Kızım sende aklını kullan neden başkalarının yanlışlarına alet oluyorsun,”der gibiydi.Yeter onu anlamamış gibi gözlerini gök yüzüne dikti. İçinden sende benim yerimde olsaydın da görseydin. Sen kan davası nedir ? Töre nedir ? Nerden bileceksin? Der gibi yaparak  yıldızların üzerinden yeniden gözlerini sıçratarak gezdirdi. Acaba bu kadar yıldız ve gezegenin içinde de bizim dünyamızdaki gibi, canlılar yaşıyor mu? Oralarda da insanlar varsa, kavgalar oluyor mu? Çocuklar hastalıktan açlıktan ölüyorlar mı? İnsanlar küçük bir tarla parçası için, kendi öz amca çocuklarını öldürüp, çocuklarını yetim bırakıyorlar mı? Diye düşündü ve bunlara benzer yüzlerce soruyu yıldızlara sordu. Hepsinin cevabını yine kendisi bulmaya çalıştı.Ama hiç bir sorusunun cevabına yanıt bulamadığı için iyice bunaldı, düşünceleri karmaşıklaştı, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamaz oldu. Kafasının içinde binlerce duygu, bir birleri ile çelişti durdu. Bazılarının zıtlıkları, bazılarının paralellikleri, hep iç içe girmişti. Beyninin karmaşasında ki  bunalımlarla mücadele edip, doğruları seçmeye çalışırken, farkında olmadan doğruların içerisine yanlışları da katıyordu.Yeterin bunalımlarına karanlıkların içerisinde, yine öğretmeni yetişti. Öğretmeninin söylediklerini hatırladı,”Kendi hayatınızı sevdiğiniz kadar, diğer insanlara ve diğer canlılara da hayat hakkı tanımalısınız. İnsan olmanın en büyük özelliği, insanın kendi varlığına inandığı onu koruduğu gibi, başkalarının varlığına da  inanmalı ve onu korumalıdır.”Demişti. Öğretmeninin bu sözleri binlerce milyonlarca defa bir birine çarparak, Yeter’in beyninden fırtınalar yaratmaya başlamıştı.Yattığı yerden ellerini yana bıraktı, gevşedi. Sağ elinin altında duran babasının tüfeğini aldı, göksünün üzerine koydu. Namlusunu yanağına değdirdi, buz gibi bir soğukluk hissetti ve ürperdi. Namluyu yanağından ve göğsünden uzaklaştırarak yere bıraktı, hatta hafifçe kendisinden uzaklaştırdı.Gözlerini kapattı ve karanlığın sessizliğini dinlemeye başladı.

 Köyde, hala davul zurna sesleri geliyordu. Ayşe’nin düğünü başlamıştı, Ayşe çok mutlu olmalıydı sevdiği adamla evleniyordu. Sonra genç yaşta dul kalmış olan kendi annesini, kendisinin ilk aşkı olan  sevdiği adamı Murtaza’yı düşündü. Babasını öldüren katil Mehmet’i onun eşini ve çocuklarını düşündü.Kendi babasının tarla dönüşü vurulduğunu,kanlar içerisinde kıvrandığını,toprağı avuçlarıyla yırttığını,kıvranarak öldüğünü hatırladı. Elleri kasılarak gerildi, biraz önce kendisinden uzaklaştırmış olduğu tüfeği, karanlıkta elleriyle buldu, eskisinden daha sıkıca kavradı içini yeniden kapkara bir kin kapladı.

  Mehmet’i öldürmeliydi,Mehmet’in çocukları yetim kalmalı ve eşi dul kalmalıydı, kendi annesi de yıllarca dul kalmıştı. Kendiside babasız ve yetim büyümüştü. Şimdi sıra Mehmet’in eşinde ve çocuklarındaydı. Kendi annesi gözlerinin önüne geldi, ”Öldür kızım öldür onu, öldürmezsen sana hakkımı helal etmem” diyordu. Öğretmenini tekrar zifiri karanlığın içerisinde karanlığı yırtarak Temmuz güneşi gibi parlak ışıklar saçarak tekrar sahneye çıktığını gördü. Yüksek bir yere çıkmış bütün insanlığa sesleniyor gibiydi  ”Siz insansınız, insan olan cana kıymaz, canı yaratamadığınıza göre can almaya da hakkınız yoktur.Bırakın artık şu kini, nefreti, öfkeyi, gücünüzü, emeğinizi insanların daha mutlu ve daha güzel yaşaması için harcayın. Yer yüzünde savaşları, açlığı, yokluğu bütün kötülükleri bitirmek için gücünüzü birleştirin” diyordu. Bu sesler Yeter’in kulaklarında binlerce kez yankılanıyordu. Öğretmen çıktığı o yüksek yerde iner inmez annesinin oraya çıktığını kendisine seslenerek” Öldür kızım babanın katilini öldür.Eğer öldüremezsen ben sana sütümü helal etmem” diyordu. Bir annesini görüyor, bir öğretmenini görüyordu.Yeter’in beyninde sanki kırlangıç fırtınaları esmeye başlamıştı.Binlerce kırlangıç yeterin beyin çeperlerine çarparak canını acıtıyordu. Daha sonra bir köşede boynu bükülmüş, sessizce duran Murtaza’yı gördü. Murtaza’nın kendisine” Yapma ne olur, onu öldürme, onu öldürürsen kendi babanı mı dirilteceksin? Ne olur vaz geç.  Bak Ayşe’nin düğünü yapılıyor. Bizim düğünümüz ne olacak, ben sensiz ne yaparım? ” Der gibi yalvarıyordu. Mehmet’in eşini ve çocuklarını görüyordu.Yere diz çökmüşler, kendisine bakarak” Yapma Yeter abla babamızı öldürme.Bizim ne suçumuz var? Bizi babasız bırakma. Babasız büyümenin acısını en iyi sen bilirsin.Sen acı çektin bize acı çektirme,babamızı bize bağışla” Diye yalvarıyorlardı.

 Yeter o kadar bunalmıştı ki, sanki bir döner dolabın merkezinde kendisi oturmuş, çevresinde ise annesi, öğretmeni, sevdiği insan olan Murtaza ve Mehmet’in eşi ile çocukları dizilmişlerdi. Hepsi kendi çıkarları için Yeter’e yalvarıyorlardı.Mehmet ise bu çarkın dışında elleri bağlı kaderine razı bir kurban gibi duruyordu. Aslında kendisinin de Mehmet gibi bir kurbandan farksız olduğunu, düşünmeye başladı.Tamam Mehmet’i hemen öldürebilirdi.Ama kendisi ne olacaktı?.Murtaza ne olacaktı? Annesi belki birkaç gün sevinecekti, fakat sonraki günlerde,Yeter annesinin çok acı çekeceğini biliyordu. Acılar katmerleşecekti. Arkasından sıra kendisine gelecekti.Mehmet’in çocukları da büyüdüklerinde töre gereği kendini öldüreceklerdi.Yeter beyninde oluşan zıtlar ve tezatların çatışmasından iyice bunalmış olacak ki, Çalıların arkasında yattığı yerden, Yeteeeer! Yeteeer! Artık, hep kendinizi düşünüyorsunuz. Beni hiç düşünen yok mu ? Ben insan değilmiyim?  Benim yaşamaya hakkım yok mu? Diyerek haykırdı. Bu haykırış öyle güçlü bir haykırıştı ki  karanlıklar içerisinden, hiçbir engel tanımadan dalga dalga yayılarak sonsuzluğa, yıldızlara kadar yayılıp gitti. Haykırışlarından sonra hıçkırarak ağlamaya başladı.Başını dizlerinin arasına alarak ağladı, ağladı, ağladıkça gevşedi, rahatladı ve ilk defa ağlamanın tatlı bir duygu olduğunu hissetti. Neden sonra uzaktan, köyden davul zurna seslerinin hala geldiğinin farkında oldu. Başını ellerinin arasından çekti, avuçlarını toprağa dayadı, bacaklarını ileri doğru uzattı.Ayaklarını titreterek dinlendirdi.Ayakları uyuşmuştu.Rahatladı,yaşamanın güzelliklerini düşündü ve aynı zamanda rahatlamayı bedeninde de hissetmeye başlamıştı ki, karanlıkların içerisinde beklediği ayak seslerinin yaklaştığını  duymaya başladı.

İyice kulak kabartarak sesizce bekledi. Ses iyice yaklaşıyordu.Yeterin içini müthiş bir korku kapladı. Hemen çevik bir hareketle tüfeğine yapıştı ve onu kucağına alarak yaklaşan sese doğru çevirdi. Elini tetiğe götürdü ve dizlerinin üzerine çöktü zaman gelmişti artık her şey bitecekti. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verecek kadar mantıklı davranmadığını biliyordu. Zaten mantıklı düşünmek için zamanı da kalmamıştı. Sadece Mehmet’i öldürmenin kendisi için bir amaç olduğunu düşünüyor,sanki Mehmet’in ölümü ile her şeyin biteceğini acılarının öfkelerinin dineceğini  sanıyordu. Mehmet o kadar savunmasızdı ki, kendisine kurulmuş olan karanlıktaki tuzaktan habersiz, köyüne, çocuklarına, eşine, kavuşmanın düşlerini kurarak yoluna devam ediyordu. Ama biraz sonra karanlıkta ıslık çalar gibi bir kurşun sesinin kendisini yere yıkacağından haberi yoktu.Yeter Mehmet’in hemen ölmesini istemiyordu, acı çekmesini, toprak da  kıvranmasını, kendisine yalvarmasını istiyordu.Çünkü kendi babası da öyle öldürülmüştü.Yeter’in Mehmet’e soracağı bazı soruları vardı. Çünkü Mehmet’in “ ben amcamın oğlunu vurmazdım ama bana vurdurdular sebep olanların gözleri kör olsun”  dediğini duymuştu.Yeter merak ediyordu , sebep olanlar kimlerdi, onları da öğrenmek istiyordu. Ses tamamen yaklaşmıştı. Mehmet şafakta iyice belirginleşti.Yeter tüfeğin kundağını sağ yanağına dayadı, artık Mehmet’in son anlarıydı ve kurtuluşu yoktu.Parmağı tetikteki yerini aldı ve tetikteki boşluğu aldıktan sonra nefesini tuttu.Namlu ile Mehmet ‘in arasındaki mesafe bir metre kadar kalmıştı.

Mehmet’in köydeki düğünden haberi yoktu.Köydeki düğünde,eğlenen insanlar silah sıkmaya başladılar.Silah sesleri davul zurna seslerini bastırıyordu.Düğünden haberi olmayan bir insanın bu olayı sanki bir silahlı çatışma varmış gibi algılaması kaçınılmazdı. Mehmet bu silah seslerini duyunca ürperdi ve olduğu yerde durdu ve tedirgin olarak beklemeye başladı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Cebinden tütün tabakasını çıkardı,önceden sararak hazırlamış olduğu sigarasından bir tane çıkardı ağzına aldı. Sigara tabakasını, ses çıkarmasın diye yavaşça kapattı. Bütün dikkatine rağmen yinede sigara tabakası kapanırken “kırt” diye bir ses çıkardı. Mehmet bu sesin çıkmasından bile ürpermişti. Demek ki Mehmet de çok korkuyordu.Yeter bu olanları kendisine bir metre kadar yaklaşmış olan Mehmet’i şafakta yansıyan ışığın etkisiyle görüyordu. Mehmet tabakasını kapattıktan sonra, cebinden çakmağını çıkararak sigarasını avuçlarının arasında ışık görünmesin diye saklayarak yaktı. Çakmağın sesi ve çakmağın yanması ile birlikte bir benzin kokusu çevreye yayıldı.Mehmet sigarasını yaktıktan sonra çakmağını cebine koydu.Sigarasından bir nefes aldı, sigara dumanını daha çok ciğerlerine çekmek için, sigaradan derin bir nefes daha çekti. Mehmet’in çektiği bu derin nefesle birlikte, sigaranın ateşinden Mehmet’in yüzü iyice belirginleşmeye başladı.Yeter Mehmet’in yüzünü bu şekilde birkaç defa iyice gördü. Karanlıkta azda olsa gördüğü bu yüz kendi babasına ne kadarda benziyordu. Benzemeleri de doğaldı çünkü, Mehmet ile kendi babası amca çocuklarıydı.Yeter sanki kendi babasını görür gibi olmuştu. Eğer Mehmet’in babasının katili olduğunu bilmese, kim bilir bu adamı ne kadar çok sevecekti.

 Bir an olsun Yeterin yüreğini nefret terk etmiş yerini  sıcak bir sevgi kaplamış, adeta Mehmet’e acımaya başlamıştı. Saniyeler geçiyordu ama Yeter hala ateş etmiyordu. Köydeki silah sesleri susmuş ve davul zurna sesleri baskın olmaya başlamıştı. Artık davul zurna sesleri daha iyi duyuluyordu. Mehmet bu durumu sezmiş olacak ki, hareket etti ve köye doğru yürümeye başladı.Yeter tetiğe biraz daha asıldı, saniyelerin çok önemli olduğu zamanlardı bunlar.Tetiğin neden bu kadar sertleştiğini anlayamadı. Oysa aynı tüfekle binlerce mermi sıkmıştı. Bu tüfeğin tetiği çok yumuşaktı, ama şimdi çok sertleşmişti. Yeter tetiğe asıldıkça tetik karşı yönden bir mukavemetle direniyordu.Yeter bu işe iyice şaşırdı!  Ne yapsa tüfek ateşlenmiyordu.Tetiğe asıldı, asıldı, belki de asılmıyor bilerek tetikteki parmağını gevşetiyordu. Biliyordu ki  bu silahın tetiği, en ufak bir hareketle bile görevini yapacak kadar kolay çalışıyordu. Ancak tüfeğin tetiği bu defa çalışmıyordu.Karanlık daha da koyu bir karanlığa dönüşmüş, yıldızlar tamamen kaybolmuştu, atmosferde sanki oksijen bitmişti.Yeter nefes alamıyordu, kulakları zonkluyor, midesi bulanıyor, düşünmeye çalışıyordu ama düşünemiyordu. Kendi kendine ben kimim? Bu dünyaya niçin geldim?  Neler gördüm?  Nasıl yaşadım?  Şeklindeki soruları, saniyelerin ışık hızıyla geçtiği bir ortamda kendisine soruyordu. Bu karmaşa içerisinde,Yeterin ellerindeki titremeler iyice artmaya başlamıştı, kendisi ile Mehmet ‘in arasına sanki Murtaza, annesi ve öğretmeninin girdiğini görür gibi oluyordu. Sanki bu insanlardan fırsat bularak Mehmet’e ateş edemediğini, bunların kendisine engel olmaya çalıştıklarını düşündü. Mehmet her şeyden habersiz yavaş, yavaş hedeften uzaklaşmıştı. Bu durum sanki Yeter’in hoşuna gitmeye başlamıştı. Elini tetiğin üzerinden iyice gevşetti tetiğin çalışmadığını düşünerek kendi kendini kandırmaya ve kendine geçerli bir savunma mekanizması geliştirmeye başladı. Mehmet’in uzaklaşmasına sanki seviniyordu. Ancak kendisinin duya bileceği sessiz bir ses tonuyla ”git, git daha da uzaklaş  kurtul.bu cehennemden.  Git seni bekleyen ve hiçbir suçu olmayan eşin ile çocuklarına kavuş”.Diye mırıldandı. Sanki tüfeğin tetiğinin çalışmaması ve Mehmet’in uzaklaşması, Yeter’in Mehmet’i vuramaması için bir bahane olmuştu. Mehmet’in uzaklaşmasından dolayı onu vuramadığını, yoksa onu vurmak için saatlerdir burada beklediğini, düşünerek kendisine mazeretler uyduruyordu. Oysa kendiside çok iyi biliyordu ki, karanlık gecede gök yüzünde uçan yarasa kuşlarını vuracak kadar iyi bir atıcıydı.Tüfeğinin tetiğinde  ise hiçbir sorun yoktu ve bu tüfekle binlerce defa ateş edilmişti. İstediği an Mehmet’i o mesafede çok rahatlıkla vura bilirdi. Hatta istese Mehmed’ in ayak seslerine doğru ateş ederek  hala Mehmedi vurabilirdi. Oysa bunu yapmıyordu ve Mehmet uzaklaştıkça Yeter daha rahat,  daha derin nefesler almaya başladı. Bir müddet Mehmet’in arkasından baktıktan sonra, elindeki tüfeği fırlatarak yere attı.Sonra kendiside toprağın üzerine oturdu.

         Kabus bitmişti. Yılların yorgunluğunu üzerinden atmış, yanlışa baş kaldırarak töre denen, aslında töre olmayan bir yanlışı, silkeleyerek kökü ile birlikte yüreğinden sökmüş, besin kaynağı kin, nefret ve cahillik olan,  kan davasının  damarlarını kopararak tarihin çöplüğüne fırlatıp atmıştı. İçindeki kini ve nefreti  bitirmiş ve onu ÖLDÜRMÜŞTÜ,

 Köyde hala  davul ve zurna sesleri geliyordu.Yeter oturduğu yerden sırt üstü  uzandı, derin derin nefes almaya başladı. Biraz önce gök yüzünde kaybolan yıldızlar, tekrar çıkarak rengarenk ışıkları ile Yeter için dans etmeye başlayıp Yeterin başarısını, mutluluğunu aldığı doğru kararı kutluyorlardı. Atmosferdeki oksijen yeniden her tarafı doldurmaya başlamıştı. Yeter hiç zorlanmadan bu güzel ve temiz oksijeni  sınırsız olarak ciğerlerine dolduruyordu. Birkaç saat önce ötmeyi bitirip gece uykusuna daldıklarını sandığı kuşlar yeniden ortaya çıkarak güzel ötüşleri ile  Yeter’in başarısını kutluyorlardı. Yeter’in baş dönmesi ve mide bulantısı da bitmişti. Her şey olabileceği kadar güzelleşmişti. Murtaza seviniyordu,Yeter’in öğretmeni gururluydu. Ektiği sevgi tohumları yeşermeye başlamış kini ve nefreti yenmişti. Annesi kendisine eskisi gibi bakmıyordu. Annesinin bakışlarından öfke yerine sevgi seziliyordu. Mehmet’in çocukları ile eşi Yeter’e sevgi ve minnetle bakıyorlardı. Gözlerinin içi gülüyordu.Yeter uzandığı yerden rahatlamış ve dinlenmiş olan bedenine kalk komutu vererek elinin yardımı ile kalktı.Pusuda beklediği çalıların arkasından çıktı.Yola geçti içini tarifsiz bir sevgi kaplamıştı.Köye doğru yürümeye başladı. Pusuda birkaç saat beklerken sanki bir ömür geçmişti. Acıların en yoğun ve en derinini yaşamıştı.Ama şimdi o kadar mutluydu ki sevinçten çığlıklar atmak istiyor, sesini yıldızlara duyurmaya çalışıyordu. Çünkü her şeye onlar tanık olmuştu.Yeter yıldızların onların tanıklığında  bir kötülüğü,  kini ve nefreti yüreğinden söküp atmıştı.

 Yeter artık annesini, Murtaza’yı ve kendi geleceğini düşünmeye başladı. Murtaza ile kendi düğünlerini düşündü, adımlarını daha da hızlandırdı, köyde hala davul zurna sesleri geliyordu. Düğün hala bitmemiş devam ediyordu.Yeter daha hızlı gidip düğünde Murtaza’yı  görmek onunla oynamak istiyordu. Ömründe ilk defa Murtaza’yı kendine bu kadar yakın hissettiğinin farkında oldu. İçi kıpır, kıpır hareketlendi kendi kendine utandı yüzünün kızardığını ve ateşlendiğini hissetti. .Olabildiğince mutluydu. Köye yaklaştı, köyün dışında bulunan okulun önünden geçerken. Durdu, okuluna baktı ve öğretmenini hatırladı. “ Teşekkürler öğretmenim, teşekkürler sana, yüreğimize ektiğin sevgi tohumları yeşerdi. Mutlu olabilirsin öğretmenim”  diyerek kendi kendine konuştu. Köyün karanlık ve dar sokaklarından geçerek kendi evine doğru yöneldi. Evinin kapısını çaldı. Annesi kapıyı açarak,Yeter’i içeri aldı. Göz göze geldiler,annesinin yüzündeki endişeyi sezen Yeter, annesinin elini tutarak, affet beni anacığım yapamadım dedi. Annesinin yüzündeki heyecan gitmiş, yerine sevgi ve tebessüm gelmişti.Kızından duyduğu bu cümleden sonra kızının boynuna sıkıca sarıldı, sevinçten gözlerinin içi gülüyordu.Hiçbir şey konuşmadılar.Konuşmaya gerek yoktu, mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Sandıklarından en güzel giysilerini çıkarıp giydiler hiçbir şey olmamış gibi düğüne gittiler.

                                                                                                              İsmail Eşiyok (1997)

                                                                                              

        ANA SAYFA
Free Web Hosting